Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem; Ashâb-ı Kiram içerisinde bazı sahâbîlerine işaret etmiştir. İşaret ettiği Ashâb’ının birinin de Hz. Ali (kv) efendimiz olduğunu görüyoruz. Rey, görüş, ilim ve irfan başta olmak üzere birçok konuda, Hz. Ali (kv)’ye işaret edildiğini görüyoruz.
Sevgili Peygamberimiz (sav)’in: “Yâ Ali! Ben bu Kur’ân’ın tenzilinde(inişinde) savaştım, sen ise Kur’ân’ın te’vîlinde(yorumlanmasında) savaşacaksın!” Hz. Ali bölümü 407-409. hadisler buyurması;
“Ali, benim vâsî ve vârisimdir” Hz. Ali bölümü 209-230’a hadisler buyurması;
“Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır” Hz. Ali bölümü 76-79’a hadisler buyurması;
Ve benzer hadisler, aynı anlamda ona yapılan özel işaretlerdir.
Bilindiği gibi İslam âlimleri, bir konuda hüküm ya da fetva verecekleri zaman; önce Kur’ân’a, sonra Sünnet’e, sonra Hulefâ-yi Râşidîn’den başlayarak Ashâb-ı Kiram’ın görüşlerine ve kendilerine kadar gelen diğer İslam büyüklerinin görüş ve reylerine bakmışlardır. Kur’ân ve Sünnet’in anlaşılmasında; Asr-ı Saâdet ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemini de yaşamış olan Hz. Ali (kv); hem kendi dönemindeki farklı konularda, hem de kendisinden önceki üç halife döneminde ortaya çıkan problemlere çözüm üretmiş ve bıraktığı bu mirasla, hemen her konuda İslam âlimlerine yol göstermiştir.
Hz. Ali (kv) efendimizin ilimlerin kaynağı ve taşıyıcısı olduğunu görüyoruz. Resûlüllah (sav) efendimizden aldığı ilimleri aynı ile kendisinden sonraki nesillere aktarmış ve açıklamıştır. Fıkıh ilminde; hac ve zekât hükümlerinin belirlenmesinde, namaz abdest, oruç vs. ibadetlerin hükümlerinde, had ve cezaların uygulanmasında belirleyici rol oynadığını görüyoruz. Zühd ve takvâda ise, zaten tasavvufun kurucusu durumundadır.
Kitap içerisinde geçen birçok hadislerinde Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem efendimiz; Hz. Ali (kv)’yi sevmeyi, onu dost edinmeyi ve ona yardım etmeyi teşvik ettiğini görüyoruz. Ayrıca ona düşman olmaktan da sakındırıyor. Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem efendimizin hadislerinde Hz. Ali (kv)’yi sevenlere duâ ettiğini, sevmeyenlere de bedduâ ettiğine şâhid oluyoruz.
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem: “Ashâb’ım ve ümmetim içerisinde en doğru hüküm vereniniz, Ali’dir” Hz. Ali bölümü 52-58 hadisler buyurarak, olaylar ve kişiler ile ilgili Hz. Ali (kv)’nin kararlarının doğruluğunu teyit eder nitelikte olduğu göz ardı edilmemelidir.
Hadisi şeriflerde, Hz. Ali (kv)’ye dost olanların, Allah’ın ve Resûlüllah’ın dostu, ona düşman olanların da Allah’ın ve Resûlüllah’ın düşmanı olduğu haber veriliyor. Ehl-i Beyt bölümü 92. 102. hadisler ve Hz. Ali bölümü 131.170-175. 192./342-349. hadisler
Yine Hz. Ali (kv)’nin bakış açısını ele alacak olursak; O kendisinden önce gelen Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve Cemel Vak’ası’nda bulunan, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Âişe annemizi hayırla anmış ve kusurları varsa da bağışlamıştır. Onları hayırla anmayı bütün İslam Ümmeti’ne de tavsiye etmiştir. Ancak Hz. Ali (kv)’nin düşman gördükleri ve düşman ilân ettikleri bunların dışındadır.
Hz. Ali (kv) kendisinden önceki üç halifeye hakkıyla biat etmiş, tam anlamıyla sadakât göstermiştir. Üç halifenin de kendisine verdiği vazifeleri yapmış, içinden çıkılmaz konularda onların en yakın danışmanı durumunda olmuştur. Onların ya da kendisinin verdiği mahkeme kararlarında; gerekli had ve cezaları uygulayan bir kadı olduğunu ve fitnelerin önünde bir set gibi durduğunu görüyoruz.
Kendi hilâfeti zamanında Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) aleyhinde konuşanlar olduğunu duyunca, onların hakkını savunan bir hutbe okumuş ve onları hayırla yâd etmiştir. Hz. Osman (ra)’ı bazı hususlarda uyarmış olmasına rağmen; hiçbir zaman aleyhinde bulunmamış, daima ona yardımcı olmuştur. Hz. Ali (kv)’nin uyarılarını dikkate almamasına rağmen, Hz. Osman (ra)’ın evi kuşatıldığı zaman, oğulları Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra)’ı onun kapısına muhafız olarak koymuştur.
Daha sonradan olan çocuklarına kendisinden önceki üç halifenin ismini vermesi Müslümanlara yol göstermiş ve herhangi bir düşmanlığı olmadığını ortaya koymuştur. Hz. Ömer’e (ra) de kendi kızı Ümmü Gülsüm’ü nikâhla vermesi de bu konuda yol gösterici olmuştur.
Cemel Vak’ası’nda; Hz. Âişe annemiz, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in kendisine karşı durmalarını; savaş esnasında uyarmış ve savaş sonrasında da bağışlamıştır. Bu iki sahâbînin Resûlüllah (sav) tarafından şehâdeti haber verilmiş ve cennet ile müjdelenmiştir. Hz. Ali (kv)’nin bu ikisini de, Hz. Âişe annemizi de, düşman ilân ettiğine dair hiçbir kayıt yoktur. İbn Kesîr Ebû’l-Fida, İmadüddin İsmail b. Ömer b. Kesir ed-Dımaşkî eş-Şâfî, El-Bidâye Ven-Nihâye Büyük İslam Tarihi, Çağrı Yay. İstanbul, 2008, VII, 398
Hz. Ali (kv), Hz. Âişe annemize karşı saygıda kusur etmemiş, savaştan sonra onun ihtiyaçlarını karşılayıp, kardeşi Abdurrahman’ın korumasında Medine’ye uğurlamıştır. Hz. Âişe annemiz de ömrü boyunca bu duruma pişman olup, tövbe etmiştir.
Birçok kaynakta belirtildiği üzere Ashâb-ı Kiram’ın mertebeleri ve tabakaları vardır. İlk iman edenler, ilk Muhacir ve ilk Ensar, Bedir, Uhud, Hendek ve Hudeybiye’de bulunanlar sınıf sınıf, tabaka tabakadır. Bedir Savaşı’nda bulunanlar ve Hudeybiye’de Şecere-i Rıdvan biatında bulunanlar Resûlüllah (sav)’in dili ve Kur’ân âyetleri ile bağışlanmışlardır.
Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyuruyor: “Allah-ü Teâlâ; Bedir Ashâb’ına rahmetiyle tecelli edip şöyle buyurdu: “Ne yaparsanız yapın, ben sizi şimdiden affettim.” Ebû Dâvud, Sünnet, III, 4654; Ahmed, Müsned, XVIII, 26496; Hâkim, Ebû Abdillah Muhammed el-Hâkim en-Nişaburî; El-Müstedrek Âle’s-Sahîhayn; Konevî Yay. Konya 2013, IX, 7051; Nureddin el-Heysemî, Sahih-i İbn Hibban Zevâidi. Ocak Yay. İstanbul 2012. II, 475; Süyûtî, Ebûl Fazl Celaleddin, Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayri es-Süyûtî eş-Şâfî. Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, Yeni Asya Yay. İstanbul, I, 451
Kerim kitabımızda da: “Sana ağaç altında, biat eden mü’minlerden Allah razı oldu.” Fetih 48/18 buyrulmaktadır.
Câbir el-Ensârî’nin bildirdiğine göre, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu: “Ağacın altında bana biat edip, benim siyasi otoritemi kabul edenlerden hiç kimse cehenneme girmeyecektir.” Müslim, Fazilet 163/ X, 435; Tirmîzî, Menâkıb 58, 3860/ III, 611; Ebû Dâvud, Sünnet, III, 4653 “Ancak kırmızı devenin sahibi hariçtir.” Tirmîzî, Menâkıb 58, 3860/ III, 611
Bununla beraber, kaynaklarda asıl Ashâb ile ilgili ayırt edilen ana konu şudur: Mekke’nin Fethi’nden önce Müslüman olanlar ve Mekke’nin Fethi’nden sonra Müslüman olanlar. Bu konudaki âyeti kerime şöyledir:
“Fetihten(Mekke) önce, Allah yolunda malını harcayıp savaşanlarınız, diğerleriyle bir olmaz. Onlar sonradan harcayıp, savaşanlardan daha üstündür. Bununla beraber Allah hepsine cenneti vaâd buyurdu.” Hadid 57/10
Mekke’nin Fethi ile birlikte insanlar kılıç korkusundan; “Müslüman oldum!” demişlerdir. Merhamet Peygamberi, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem; “Dili ile: “Lâ ilâhe illallah, Muhammed’en Resûlüllah” diyerek, İslam’ını ikrar edene dokunmayın!” diye irade buyurmuşlardır. Ancak ruhsat verilen, serbest bırakılan; “Tulekâ” kısmı bunların dışındadır. Mekke’nin Fethi günü, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem Mekkeli müşriklere; Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi şöyle buyurdu: “Bugün sizler azarlanıp, kınanmayacaksınız. Gidin hepiniz serbestsiniz!” Yusuf 12/92; Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir b. Yezîd el-Âmulî et-Taberî el-Bağdadi, Tarih-i Taberî; Sağlam Yay. İstanbul, III, 264; Zemahşerî, Mahmud b. Ömer b. Muhammed el-Zemahşeri. Tefsir-i Keşşaf; Dâr’el-Mashaf Yay. Kahire, 1966. IV, 239; İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d b. el-Kâtip el-Hâşimi el-Basrî el-Bağdadi; Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebir Siyer Yay. İstanbul 2014, II, 145; Zehebî, Tarihü’l-İslam ve Vefâyatü’l-Meşâhiri ve’l A’lâm, Terc. Muzaffer Can, Cantaş Yay. 1994 İstanbul, IV, 236
Bu eman listesinde; Ebû Süfyân ve oğulları Yezîd ve Muâviye, Hakem b. Ebî’l Âs, Attab b. Esid, Halid b. Esid, Hakem b. Saîd, Velid b. Ukbe gibi isimler geçmektedir.
Bu isimler ve detaylı bilgi için baknz: İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdül Melik b. Hişâm el-Basrî el-Mısri, (v.218/833); Sîret’ün-Nebevîyye, Terc. Abdülvehab Öztürk. Kahraman Yay. 2014, IV, 209; Ebû Cafer Muhammed b. Cerir b. Yezîd el-Âmulî et-Taberî el-Bağdadi Tefsir-i Taberî, Câmiu’l-Beyan. Mustafa el-Bab Matbaası, Kahire, 1954. XIV, 313; Kurtûbî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtûbî, El-Câmi li-ahkâmil-Kur’ân, VIII, 179, Beyrut 1986, VIII, 179.
Müellefe-i Kulûb kabul edilen bu kişilerin Hz. Ebû Bekir (ra) zamanında, Yermük Savaşı’ndan sonra iyi niyetle ve icmâ ile müellefelikten çıkarıldıkları nakledilmektedir. Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhakî, Sünenü’l Kübra; Dâr’ul-Fikr yay. Beyrut, 1980, VII, 20
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem; Mekke’nin Fethi’nden sonra yapılan, Huneyn Savaşı’nda elde edilen ganîmetlerin büyük bölümünü, Kureyş’in ileri gelenlerine kalpleri İslam’a ısınsın diye dağıtmıştır. Bunlar başta, Ebû Süfyân, oğulları Muâviye ve Yezîd, Ebû Cehîl’in oğlu İkrime, Safvân b. Ümeyye ve diğerleridir. Merhamet Peygamberi, Efendimiz sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem; bu ganîmetin dağılımından Ensar-ı Kiram’ın rahatsız olduğunu gördü. Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem; Ashâb’ına, bu ileri gelen Kureyşliler için “Müellefe-i Kulûb” kelimesini kullanarak onlara ganîmeti dağıttığını açıkladı. Ensar-ı Kiram’a da: “Ben sizinleyim, siz Resûlüllah’a razı değil misiniz?” buyurdu. Onlar da: “Razıyız, Ey Allah’ın Resûlü!” dediler. Geniş bilgi için baknz: Müslim, Zekât 135/ V, 220; Ahmed, Müsned, IX, 13461; Tarih-i Taberî, III, 284; İbn Sa’d, Tabakât, II, 157; Zehebî, Tarihü’l-İslam, IV, 296; İbn Kesîr, El-Bidâye, V, 27; Köksal, M. Âsım, İslam Tarihi; Hz. Muhammed sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin Hayatı, Şamil Yay. 1987. XV, 497-509; Cengiz Kallek, DİA, Müellefe-i Kulûb, XXXI, 475
Ayrıca Mekke’nin Fethi’nden sonra Medine’ye evini taşıyan Ebû Süfyân ve oğulları gibi kimseler “Muhacir” olarak kabul edilmemiştir.
İbn Abbas’ın naklettiğine göre, Peygamber sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu: "Mekke’nin Fethi’nden sonra artık hicret yoktur; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın." Buhârî, Cihad 27, 2825; Müslim, Emirlik 20/ VIII, 486; Tirmîzî, Siyer 33; Nesâî, Beyat 15; Zehebî, Tarihü’l-İslam, IV, 256
Cerir b. Abdullah’ın naklettiğine göre, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem şöyle buyurdu: “Muhacir ve Ensar birbirlerinin dost ve yardımcılarıdır. Kureyş’ten Tulekâ olanlar (Mekke’nin Fethi günü serbest bırakılanlar) ve Sâkif’ten olan yardımcıları; bu dünyada da ahirette de birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır.” Ehl-i Beyt düşmanları bölümünde 144. hadis
Sâkifliler, cahiliye döneminde de Kureyş’in, özellikle de Ümeyyeoğulları’nın müttefikiydi. Emevî iktidarının da en yakın yardımcıları olmuşlardır. Muğîre b. Şu’be, Ziyâd b. Ebîhi, Ubeydullah b. Ziyâd, Zalim Haccac gibi birçok kimse Emevî iktidarını yükseltmek için çalışan Sâkifliler’di.
Şunu da göz ardı etmemek gerekir ki; Mekke’nin Fethi ile birlikte münafıkların sayısı giderek artmaktadır. Tebûk Seferi’ne yüzlerce münâfığın katılmadığı bütün kaynaklarda mevcuttur. Buna rağmen Tebûk Seferi dönüşünde kendi ordusu içinden, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi veselleme; 12 kişilik sûikast timi kurulduğu ve Cebrâil (as)’ın bunu haber verdiği nakledilmektedir. Ashâb-ı Kiram’dan bazıları bunları öldürmek ya da en azından isimlerini ilân etmek istediyse de Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem buna izin vermemiştir. Geniş bilgi için bak; Ahmed, Müsned, XVIII, 25485; İbn Kesîr, El-Bidâye, V, 90; Ahmed Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ ve Tevârihi Hulefâ; Bedir Yay. 1986 İstanbul, I, 228
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem, kişi ağzı ile: “Lâ ilâhe illellah” diyorsa, “Bana böylelerini öldürmek yasaklandı” buyurdu. İbn Hacer, Ebûl Fazl Şihabüddin Ahmed b. Ali b. Muhammed El-Askalânî; El-Metâlib’ül-Âliye fi Zevâid il-Mesânid is-Samâniye, (En eski 8 adet Hadis Müsnedi) Terc: Âdem Yerinde, Ocak Yay.2010, III, 2838
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem efendimiz: “Ashâb’ım arasında on iki tane münafık vardır. Deve iğnenin deliğinden geçmeden, bunlar cennete giremezler.” Müslim, Münafıklar 9/ XI, 272; Ahmed, Müsned, XIX, 27534; İbn Kesîr, El-Bidâye, V, 90 buyurmuşlardır.
Hz. Ali (kv)’nin; Muâviye b. Ebû Süfyân, Amr İbnü’l Âs gibi bazı kimseleri, onlarla birlikte olanları düşman ilân ettiği ve onlarla savaştığı tarihi bir gerçektir. Hâricîleri ise, hem düşman ilân etmiş, hem de Peygamberimiz (sav)’in emri gereğince öldürmüştür. Hz. Ali bölümü 423-435 ve 590-597 hadisler Peygamber sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem; Ehl-i Beyt’in ve Hz. Ali (kv)’nin sevilmesi ve sayılması konusunda ne kadar çok uyarı yaptığını kitap içerisinde yüzlerce örnekle görüyoruz. Yine Ehl-i Beyt’e ve Hz. Ali (kv)’ye karşı; düşmanlık edip, lânet okuyan, onlara zulmedenleri de Peygamber sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem efendimizin dili ile nasıl cezaların beklediğini de görüyoruz.
Kitap içerisinde geçen yüzlerce hadisi şerife baktığımızda; Sevgili Peygamberimiz sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem, Hz. Ali (kv) ve Ehl-i Beyt’ini yeterince tanıtmış ve ümmetine emanet etmiştir. Maalesef bu konuda yapılan bazı çalışmalara baktığımızda, araştırmacılar; Hz. Ali (kv) ve Muâviye sanki herhangi iki rakipmiş gibi oryantalist bir bakış açısıyla konuyu incelemişler, kanaatimizce bu kadar hadisi göz ardı etmişlerdir. Ehl-i Beyt’e karşı gösterilmesi gereken sevgi, saygı ve bağlılığı da terk etmişlerdir. Takdir edilir ki, Ehl-i Beyt’e alenen düşmanlık etmekten çekinmeyen bu kimselerin, mûteber ve muhterem kabul edilmeleri inançlı yürekleri titretmekte ve yaralamaktadır.
Bu konuda öncelikle cevap bulunması gereken ana konu şudur: İstişare ve biatla seçilmiş olan; meşrû halife Hz. Ali (kv)’nin ne kusuru vardı da, Şam Valisi Muâviye ona itaat etmedi? Hangi yetkiye dayanarak kendisine biat topladı? Temeli ve dayanağı olmayan bir iddiayla ortaya çıkan Muâviye, nasıl Hz. Ali (kv) ile eşit şartlardaymış gibi değerlendirilebilir? “Muâviye ile ilgili işaretler” bölümü bu yüzden hazırlanmıştır.
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin yüzlerce hadisinde sevgi gösterdiği ve ümmetine emanet ettiği Ehl-i Beyt’ine alenen düşmanlık etmekten çekinmeyen bu kimselerin tespitinin yapılmasından geri durulduğunu görüyoruz.
Sevgili Peygamberimiz sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin: “Yâ Ali! Ben bu Kur’ân’ın tenzilinde(inişinde) savaştım, sen ise Kur’ân’ın te’vîlinde(yorumlanmasında) savaşacaksın!” Hz. Ali bölümü 407-409. hadisler hadisine bakacak olursak;
Peygamber sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin yaptığı savaşlar, dostları ve düşmanları açıktır. Ancak Kur’ân’ın yorumlanması ile ilgili Hz. Ali’nin yaptığı savaşların tam anlaşılmadığı, tarafların niteliklerinin ne olduğu, tam olarak tespit edilmediğini görüyoruz.
İslam Ümmeti için “ibretlik ve nümûne” olacağı haber verilen, Hz. Ali (kv) devri savaş ve olayları açıklanıp dersler ve ibretler çıkarılması elzemdir. Hz. Ali devri bugün İslam dünyasında çıkan karışıklıklar ve olayların filtresi ve anahtarı kıymetindedir. Hz. Ali (kv)’ye karşı savaşan taraflar ve gruplar detaylı şekilde ortaya konulmalıdır.
“Biz tarafsızız, siz savunma-saldırı yapıyorsunuz” diyen kimselerin Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin emirlerini, tavsiyelerini ve emanetlerini nereye koyduklarını merak ediyoruz. Acaba bu hadislerden haberleri mi yok!! Yoksa bu hadislerden şüpheleri mi var! Bu kitap içerisindeki hadisler incelendiği zaman taraflı olanların ve saldırı yapanların kimler oldukları görülecektir. Kitaplarında “Muâviye’nin aleyhinedir” diye hiçbir hadis nakletmedikleri gibi, bir dönemin tarihini bile “Muâviye’nin aleyhinedir” diye yok sayanlar hangi tarafsızlıktan bahsedecekler acaba!
Acayip olan şudur: Hz. Ali (kv)’nin düşmanları çok açık olduğu halde ve yüzlerce hadis ile ortaya konulduğu halde, onlara sahip çıkıp savunan kişinin halidir. Yüzlerce hadisten bir örnek alalım: “Ali’ye düşmanlık eden, Allah’a düşmanlık etmiştir” Hz. Ali bölümü 113.192.227.293./344-349/368.369. hadisler
Bu hadis ve benzerlerini bilen kimse, “Allah’ın düşmanlığından mı korkmuyor! Resûlüllah’ın sözüne mi güvenmiyor! Yoksa bu hadislerden şüphesi mi var!” demekten insan kendini alamıyor. Oysa bu gibi hadisler en güvenilir kaynaklarda yer almaktadır.
Çalışma tarzımız ve bakış açımız; Resûlüllah (sav) efendimizin hadisleri, Hz. Ali’nin görüşleri ve mücadelesi doğrultusundadır. Objektiflik olsun diye, olaylara ve kişilere, müsteşriklerin ve Ehl-i Beyt düşmanlarının baktığı yerden bakmayacağız. Çünkü birçok konuyu hadisler açıklamaktadır. Örneklere bakalım;
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem Ashâb’ına; Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i göstererek şöyle buyurdu: “Ey Ehl-i Beyt’im; size karşı savaşanlarla ben de savaş halindeyim. Size karşı selâmet ve barış içinde olanlarla ben de selâmet ve barış halindeyim.” Ehl-i Beyt bölümü 215. hadis
“Ehl-i Beyt’imi size emanet ediyorum. Ehl-i Beyt’ime karşı davranışınızdan dolayı Allah’ın azabını hatırlatırım.” Ehl-i Beyt bölümü 15.92.93. hadisler
“Bana Ehl-i Beyt’im ile halef olunuz” ve ya “Benden sonra Ehl-i Beyt’imin hakkını gözetiniz.” Ehl-i Beyt bölümü 144. Hadis
“Ey Allah’ım, sen bilirsin ki ben ve Ehl-i Beyt’im; her mü’minin koruması gereken emanetleriz.” Ve ya “Allah’ım! Ehl-i Beyt’imi koru! Ben onları her mü’mine ayrı ayrı emanet ediyorum.” Ehl-i Beyt bölümü 153. hadis
“Hasan ve Hüseyin’i ben seviyorum siz de sevin, onlara düşmanlık eden bana düşmanlık etmiştir, onları inciten beni incitmiştir.” Lütfen baknz Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra) bölümü hadisleri.
Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem yüzlerce hadisinde; “Ali’nin tarafı olun, Ali’ye itaat edin, Ali’nin sevgisini tavsiye ediyorum, Ali’yi veli edinin, Ali’ye bakmak ibadettir, Ali’yi anmak ibadettir vb.” buyurarak, Hz. Ali (kv)’yi şiddetle bize tavsiye ediyor. Bunun aksine; “Ali’yi sevmeyenin münafık olduğunu, Allah’ın ve Resûlüllah’ın düşmanı olduğunu; Ali’yi incitenin kendisini inciteceğini, hakkın daima Ali ile olduğunu vb.” buyurarak, Hz. Ali (kv)’yi her hâlükârda sevmemiz gerektiğini bize emrediyor. Lütfen baknz Hz. Ali bölümü hadisleri Bu başlıklar ve benzeri meallerdeki birçok hadisi kitap içeresinde bulacaksınız.
İlk selef âlimleri, İmam-ı Âzam Ebû Hanife ve peşinden gelen imamlar, zulüm yönetimi devrinde yaşadılar, işkencelere ve zulümlere maruz kaldılar. Ancak zalimlere tâzim ve hürmet ettiklerine rastlamıyoruz. Daha sonra gelen İslam âlimlerinin de zalimlere tâzimde ve hürmette bulunmadıklarını görüyoruz. Bugün geldiğimiz noktadaysa; zalimlere tâzim edilir, rahmet okunur oldu. Allah şahidimiz olsun ki, biz zalimlerin zulmüne rıza gösterip, onlara rahmet okuyanlardan değiliz!
Bu kitapta Emevîler’den bu tarafa gelenek halinde, Muâviye ve taraftarlarının korkusundan; zulümleri gizleyen, zalimleri koruyan ve kollayan bir zihniyeti görmeyeceksiniz. Ehl-i Sünnet, Ehl-i Beyt’e sırtını dönüyormuş gibi bir anlayışı asla görmeyeceksiniz!
Kadı İyaz, Beyhakî, el-Bagâvî, İmam Şâfî, el-Heytemî ve daha başka âlimlerden bildirilmiştir ki: Gerçek Ehl-i Sünnet çizgisi Ehl-i Beyt iledir. Ehl-i Sünnet’in ilim kaynağı Ehl-i Beyt’tir. Ehl-i Sünnet, Ehl-i Beyt ile kâimdir. Ehl-i Beyt’i seven, yolundan giden ve hakkını koruyan gerçek Müslümanlara; Ehl-i Sünnet denir. Ehl-i Beyt’in hepsini sevmek, kadın erkek her Müslümana farz ve lazımdır. Ehl-i Beyt’i sevmek imanın şartıdır.
Bu kitapta; “Hz. Ali Haklıydı, Muâviye de haksız değildi” diyen bir zihniyetin karşılığı olmadığını göreceksiniz.
Bir tek “Ashâb’ım yıldızlar gibidir…” hadisini alıp, bunca Ehl-i Beyt ile ilgili hadisleri nereye koyacağız. Allah’ın inâyetiyle, bu kitapta resme geniş bakacağız, fotoğrafın tamamını göreceğiz.
Ehl-i Beyt konusunu irdeledikçe bu hususun İslam’ın ve imanın temel dinamiklerinden birisi olduğu görülüyor. Oysa Ehl-i Beyt kelimesini duymayan, bilmeyen ya da yanlış bilgilendirilen nice Müslümanlar var. Bu kitap vicdanlardaki bu kanamaların bir tezâhürüdür. Yani bu kadar önemli bir konuya Müslümanların duyarsız bırakılması ve Ehl-i Beyt tabirinin farklı yorumlanmasıdır. Daha ötesi Ehl-i Beyt tabirinin gerçek anlamının halk tabakaları tarafından anlaşılmamasıdır. İkincisi ise; Ehl-i Beyt adı altında, Ehl-i Beyt düşmanlarının da medhediliyor olmasıdır. Âyet ve hadisler inananlara yükümlülükler getirir.
Bakış açımız ve geleneğimiz öteden beri var olan bir anlayış üzerinedir. Ehl-i Beyt yolu, ilk selef âlimlerinin yolu ve çizgisidir. Sıdk ve istikamet üzere yürüyen hiçbir İslam âlimi bu çizgiden uzaklaşmamıştır. Asırlardır süregelen bu anlayış, Resûlüllah’ın ilminin vârisi ve büyük âriflerin asıl yolu, çizgisi ve geleneğidir.
Kur’ân ve Hadis ilimlerine büyük ölçüde Hz. Ali (kv) efendimiz sayesinde ulaşılmaktadır. Hemen bütün mezheblerin dayanağında Hz. Ali (kv) vardır. “Evliyaların Pîri, Pîrlerin Şâhı” gibi ünvanlarla anılan Hz. Ali (kv) efendimiz bu vasıfları ile tasavvufun kaynağı durumundadır. Onun için, Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem efendimiz şöyle buyurdu: “Ben ilmin şehriyim. Ali onun kapısıdır. Her kim ilim dilerse kapıya gelsin!” Hz. Ali bölümü 76. hadis
Temenni ediyoruz ki, yapmış olduğumuz bu çalışma; İslam âleminde, Allah’ın kudret ve inayetiyle birlik ve beraberliğe yardımcı olacak ve Ehl-i Beyt sevgisini gönüllere yerleştirecektir.
Bazı kimselerin bilerek ya da bilmeyerek, dostluk ve barış adına Ashâb-ı Kiram’a ve Ehl-i Beyt’e; düşmanlık ve zulüm edenleri, iyi insanlar olarak gösterme yoluna girdiklerini görüyoruz. Bu kimselerin nasıl beyhûde bir yola girdiklerine bakın!
Meşrû Halife Hz. Ali (kv)’ye itaat etmeyip isyan eden Muâviye, dünya menfaati karşılığında yanına topladığı birtakım kimselerle, önce tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan olan Sıffîn Savaşı’nı yaptı. Bu savaşta yetmiş binden fazla insan öldü. Bâtıl bir hile ile savaşı durduran Muâviye ve Amr İbnü’l Âs’ın, yine bâtıl bir hile ile Hz. Ali (kv) efendimizi halifelikten hal’ edip, uzaklaştırdıklarını görüyoruz.
Hz. Ali (kv) efendimizin halifeliğinin son iki yılında İslam devletine müdahale eden ve Müslüman halka musallat olan Muâviye, bâtıl bir dava ile Şam’da halifelik ilan etti. Hz. Ali (kv) vazifesinin başında olduğu halde bütün İslam beldelerine saldırdı. Binlerce Müslümanı öldürüp, Ashâb-ı Kiram’ın başına basarak zorla biat aldı. Bu tehditler, zorbalıklar, katliamlar Ashâb-ı Kiram’ı ve Ehl-i Beyt’i saf dışı bırakıp, Kerbelâ katliamı gibi birçok mezalimin önünü açıyordu. Bunun neresi dostluğa ve barışa sığdırılabilir ki!
Ancak hadisi şeriflerin ve tarihi gerçeklerin üstünün örtülemeyeceği, bunlar ile mutlaka yüzleşilmesi gerektiği çok açıktır.
Muâviye ve yardımcılarının sadece Ehl-i Beyt’e düşmanlık yapmadıklarını; kendilerine taraf olmayan, tasdik etmeyen Ashâb-ı Kiram’a ve sâlih kimselere de musallat olduklarını görüyoruz. Böylece Müslümanlar arasında ilk fitneler ve ilk ayrılıkların başladığına da şâhid oluyoruz.
İslam inancı; “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek” El-Askalânî, El-Metâlib, III, 2867 üzerine kurulmuştur. Ehl-i Beyt ile beraber, Ehl-i Beyt düşmanlarını da sevenler; Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem efendimiz başta olmak üzere ve Ehl-i Beyt hanedanının bundan incineceğini düşünmüyorlar mı acaba? Dost ile düşmanın sevgisi; bir gönül içinde bütünleşir mi?
Bu kadar âyet, hadis ve sahâbî rivâyetleri ile destekleyerek ortaya koyduğumuz Ehl-i Beyt gerçeğini; bazı araştırmacıların hiçbir şer’î dayanağı olmaksızın âyet ve hadislerden soyutlama gayretine girdiklerini görüyoruz. Söylemlerinde “Ehl-i Beyt ile ilgili âyet yoktur. Var olan hadisler ya zayıftır, ya uydurmadır. Ehl-i Beyt; sadece Peygamberimiz (sav)’in hanımlarıdır, hatta Ashâb-ı Kiram’dan bazılarını da içine almaktadır. Dolayısıyla Ehl-i Beyt; Şiâ’nın siyasî istismar amacıyla kullandığı bir tabirden öte bir şey değildir” diyerek Ehl-i Beyt gerçeğini pasivize etme ve inkâr etme gayretine girmişlerdir. Geniş bilgi ve farklı yorumlar için baknz: Bahaüddin Varol, Ehl-i Beyt Kavramsal Boyut, Yediveren Yay. Konya 2004, s.60-99; B. Varol, Ehl-i Beyt Sevgisi Nedir? Nasıl Olmalıdır? İstem Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, 2003
Ehl-i Beyt tabiri; Şiâ ile özdeşleştirilecek bir tabir değil, İslam inancının bir gerçeği ve temel taşlarındandır. Geçmişte ve günümüzde Şiâ’nın Ehl-i Beyt’i istismar etmesi, kışkırtma amacıyla kullanması ayrı bir konudur. Ehl-i Beyt tabirinin Şiîlikle birlikte anılması ve Şiîliğin gölgesinde bırakılması kabul edilemez.
Sonuç olarak Ehl-i Beyt tabirini pasivize etme gayreti güden çalışma ve kitaplar Kur’ân ve Sünnet ile örtüşmediği için, İslam Ümmeti tarafından bir karşılık bulamamıştır. Bu tür kitaplar ve çalışmalar, bu konudaki nifak tohumlarının devamı niteliğindedir. Müslüman kişi, âyet ve hadis olan bir konuda; âyetin ve hadisin gereği neyse o tarafa eğilir, tarafsız kalamaz. Ehl-i Beyt ile ilgili sorguya çekileceğimizi Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem haber veriyor. Baknz: Ehl-i Beyt bölümü, 15. 17. 100.138.217. hadisler; Hz. Ali bölümü 381-384. hadisler
Ehl-i Beyt tabiri, objektiflik ve bilimsellik adına; âyet, hadis ve hak sözlerin yanına muhalif ve karmaşık fikirler konulmuş İslam Ümmeti’nin kafası karıştırılmıştır. Ehl-i Beyt tabiri halk tabakaları tarafından bilinmez ve anlaşılmaz bir tabir haline getirilmiştir. Ancak uzman kimselerin konuya hâkim olduklarını görüyoruz. Bu uzman kimselerin de; ya Muâviye’nin ve yandaşlarının zamanında ektiği zehirli tohumlardan etkilendiğini ya da çeşitli sebeplerle bu konularda konuşmaktan geri durduklarını görüyoruz. Bazı cahil kimselerin de zalimlere rahmet okumaya devam ettiğini görüyoruz. Bu kadar âyet ve hadis, hâşâ ki boşa söylenmiş olsun! Bu yüzden muhalif ve karmaşık söylemlerden mümkün mertebe uzak durmaya gayret edeceğiz.
Ayetler, hadisler, ilk selef âlimlerinin görüşleri ve tarihî kayıtlar ortadır. İnanıyoruz ki bu Ehl-i Beyt düşmanları ve savunucuları olan kimseler; bu bilgiler ışığında vicdanlarda değerlendirilecek ve gönüllerde gerekli karşılığı bulacaktır.
Emevîler ve yandaşlarının; Hulefâ-yi Râşidîn döneminden hemen sonra siyasî devlet otoritesi ile yüz yıl hükmettiğini söylersek konuyu hafife almış oluruz. Hem Emevî, hem Abbasî döneminde Ümeyyeoğulları’nın etkisini sürdürdüğünü görüyoruz. Siyasi iktidarların tarihi gerçekleri kendi lehlerine değiştirdikleri bilinen bir gerçektir. İslam eserlerinin ve Hadis kitaplarının bu dönemlerde kayda alındığı unutulmamalıdır. O zamanlar kurulan korku imparatorluğunun günümüzde de hüküm sürdüğü görülmektedir.
Bu realiteyi kabul etmek istemeyenler olabilir. Bu durumu basit bir örnekle açıklayalım. Mahallemize yeni yapılan caminin adının “Ehl-i Beyt Camisi” olmasını talep edelim. Yetkili kimselerin bu isimden nasıl korktuklarına, nasıl geri durduklarına bir bakın! Maalesef bu “Ehl-i Beyt” isminden ve sevgisinden kaçmak Emevîler’in ve yandaşlarının ekmiş olduğu zehirli tohumların bugün de etkisini sürdürdüğünü göstermektedir. Hani Sevgili Peygamberimiz sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellemin Ehl-i Beyt tavsiyesi! Ehl-i Beyt emaneti nerede kaldı?
Hak ve hidayet üzere olanlara selâm olsun.